Mustafa Kemal Atatürk

BASINA VE KAMUOYUNA

BASINA VE KAMUOYUNA

Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik yapılmasına Dair Kanun Teklifi, TBMM Genel Kurulunda Kabul edilerek yasalaşmıştır. Aynı zamanda ilgili yasanın 29.maddesi ile Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde görüşülen ve kabul edilen  Türk Ceza Kanunu’nun 217 maddesinden sonra gelmek üzere  217/A maddesi eklenmiş “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’ hükmü eklenerek halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu, yeni bir suç türü olarak Türk Ceza Kanununa girmiştir.

Yasal düzenlemenin resmi gazetede yayımlanması akabinde bu düzenleme ile yurttaşların haber alma, ifade özgürlüğü ile iletişim alanında (özel yaşama saygı hakkı) temel hak ve özgürlüklerine müdahale ile demokratik toplumun gereklerine ciddi aykırılıklar doğabileceği nazara alındığında; bu konuda Tekirdağ Barosu Başkanlığına Avukatlık Kanunundan kaynaklı olarak yüklenen görev ve sorumluluk kapsamında ivedilikle harekete geçmek gerekmiştir.

Zira Avukatlık Kanunu’nun ‘Baroların kuruluş ve nitelikleri’ başlıklı 76. maddesinde Barolar, hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunmak ve korumak amacıyla çalışmalar yürüten ve bu çalışmalarını demokratik ilkelere göre sürdüren kamu kurumu niteliğinde meslek kuruluşu olarak tanımlanmaktadır. Yine Avukatlık Kanunun 'Yönetim kurulunun görevleri' başlıklı 95. maddesinde Yönetim Kuruluna 'Hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunmak, korumak ve bu kavramlara işlerlik kazandırmak' görevi yüklenmiştir.

Aşağıda yer alan başlıklar altında Tekirdağ Barosu Başkanlığı olarak Kamuoyunun dikkatini celbediyoruz.

  1. Temel Hak ve Özgürlükler ancak açık, belirli ve öngörülebilir bir kanun ile sınırlandırılabilir.

Kanun metninde geçen ‘endişe, korku veya panik yaratma saiki’, ‘ülkenin iç ve dış güvenliği’, ‘kamu düzeni ve genel sağlığı’, ‘gerçeğe aykırı bir bilgi’ ve ‘kamu barışı’ gibi kavramlar belirsiz, soyut ve öngörülebilir kavramlar olmayıp, son derece muğlaktır.

Temel Hak ve Özgürlüklerin ancak açık, belirli ve öngörülebilir bir kanun ile sınırlandırılabileceği nazara alındığında; yasal düzenlemenin yapılmış olmasının tek başına yeterli olamayacağı ve ‘kanunla öngörülmüş olma” şartını sadece şeklen yerine getirdiği bu yönüyle de açıkça tanımlanmış çeşitli terimler ve kavramlar kullanılarak uygulama kapsamının netleştirilmediği ortadadır. Bu kavramların anlamlarına ilişkin karışıklık bulunduğu ve bu terimlerin “yeterince açık” olmadığından anılan düzenleme açıkça hukuka aykırıdır.

Bu noktada Yasada yer alan ‘gerçeğe aykırı bir bilgi’ kavramına ayrıca değinmek yerinde olacaktır. Bu düzenleme ile düşünceyi ifade etmekteki saik ve gerçeğe aykırılık yalnız otoritenin belirleyeceği bir zemine bırakılmakta ve böylelikle de demokratik hukuk devletine uygun olmayan bir ortam yaratmaktadır.

  1. Düzenleme Caydırıcı Etki ve Otosansüre neden olabilecek düzeydedir.

Yasanın; Anayasaya, Ulusal üstü temel insan hakları sözleşmelerine ve dahası hukukun genel geçer ilkelerine göre değil de uygulayıcının takdirine bırakacak şekilde normlaştırılması, toplumun kanaat oluşturmasının önüne geçilmesine ya da oluşan kanaatlerin otorite tarafından gerçeğe aykırı bulunması ihtimaliyle ifade edilmemesine sebep olacaktır.

Zira yeni bir suç türü olarak karşımıza çıkan ‘halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu’ için öngörülen ceza üst sınırının üç yıl olması, bir tedbir olan tutuklamanın cezaya dönüştürülme tehdidi ile bireyleri karşı karşıya bırakabileceği gibi farklı düşünce ve seslere sahip fertlerin tutuklanma baskısıyla susturulma amacı taşıdığını düşündürmektedir.

Şayet amaç, düşüncelerin ifade edilmesinin önlenmesi değil, sadece dezenformasyonu önlemek ise, suç için öngörülen cezanın üst sınırının neden üç yıl olarak belirlendiği sorusunu sormamak elde değildir. Bu soruya verilebilecek cevap, CMK100/4 maddesinde düzenlenen ‘Sadece adlî para cezasını gerektiren suçlarda veya vücut dokunulmazlığına karşı kasten işlenenler hariç olmak üzere hapis cezasının üst sınırı iki yıldan fazla olmayan suçlarda tutuklama kararı verilemez.’ hükmü dışında kalmak dolayısıyla tutuklama yasağını aşmak olduğudur.

Dolayısıyla bu tip düzenlemeler bireyler üzerinde her ifadenin kendileri açsından cezalandırılabilecekleri korkusuyla hareket ederek, kendilerine doğrudan otosansür uygulamalarına neden olacağından açıkça ifade özgürlüğünün önünde büyük ketlerdir.

  1. Düzenleme kamusal haber alma özgürlüğünü engelleyebilecek niteliktedir.

Her yasa, genel iradenin ifadesi olmak zorundadır. Herhangi bir bilginin yayılması hiçbir zaman suç sayılamaz, özellikle de kanun metninde ifadesini bulan “bilgi” yayılmakla gelişen çoğu zamanda yayıldıkça ve üstünde tartışıldıkça değişen bir özellik arz etmektedir. Bu gerçek karşısında yasalaşan kanun maddesi, ceza hukuku temel ilkelerine aykırıdır. Hukukun temel ilkelerini ihlal ederek adı yasa olan ancak yasal olmaktan uzak düzenlemelerle Anayasa ile teminat altına alınan Düşünceyi Açıklama ve Yayma Hürriyeti gibi hak ve özgürlükler ortadan kaldırılacak yine Anayasada teminat altına alınan Basın Hürriyeti, halkın da haber alma özgürlüğü ortadan kaldırılacaktır. Nitekim kanunun 34. maddesi ile kısa adıyla İnternet Kanunu olarak bilinen 5651 sayılı Kanunun ek madde 4’e getirilen düzenlemeyle, internette paylaşılan herhangi bir bilgiye veya habere ilişkin ‘halkı yanıltıcı bilgi içeriyor’ şeklinde yapılacak başvuru ile gecikmesinde sakınca olması ihtimaline sığınılarak etkili bir soruşturma yapılmaksızın haber içeriğinin silinmesi ya da erişiminin engellenmesi sağlanabilecektir. Bu durumda bilginin ya da haberin kime göre, neye göre halkı yanılttığının kabulü belirsiz, tamamen soyut iddialarla haber yapılması engellenecek, halkın da haber alma özgürlüğü elinden alınacaktır.

Anayasa Mahkemesi demokratik bir hukuk devletinde -güdülen amaç ne olursa olsun- sınırlamaların, özgürlüğün kullanılmasını ölçüsüz biçimde ortadan kaldıracak düzeyde olamayacağını, keyfî ve orantısız müdahalelere karşı mutlaka koruyucu yasal düzenlemelerin, itiraz mekanizmaları ile etkili başvuru yolları ile güvenceler içermesi gerektiğine işaret etmektedir.

Bu açıdan AYM; pilot karar usulü ile internet yayınlarına getirilen sınırlamalara karşı etkili bir hukuk yolu olmadığından bahisle yapısal sorun tespitinde bulunduğu Keskin Kalem Yayıncılık ve Ticaret A.Ş. ve diğerleri başvurusu kararını hatırlatıyoruz. Zira AYM bu kararında yapısal sorunun çözümü için keyfiyetin Türkiye Büyük Millet Meclisine bildirilmesine karar vermiş ve aynı konuda yapılan ve karardan sonra yapılacak başvuruların incelenmesinin kararın Resmî Gazete’de yayımlandığı tarihten itibaren 1 yıl süreyle ertelenmesine karar vermiştir. Bu sürenin 07/01/2023 tarihinde dolmasına az bir süre kala yapılan yasal düzenlemenin kamusal haber alma özgürlüğünü güçlendirmek yerine zayıflatacağı açıktır.

  1. Düzenleme Uluslararası Mevzuat ve Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyi Standartlarına Aykırıdır.

Bu yasa değişikliği, uluslararası mecrada da olumsuz karşılanmış, Venedik Komisyonu ve Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukukun Üstünlüğü Genel Müdürlüğü Acil Ortak Görüşünde; kabul edilen yasa değişikliğinin, AİHS’nin 10. maddesi ile korunan ifade özgürlüğüne bir müdahale teşkil ettiği, Türk Ceza Kanunu'nun 217. Maddesine eklenen 217/A'nın cezai hüküm içermesi nedeniyle ifade özgürlüğüne yönelik olası tehditlere ve keyfi kısıtlamalara daha fazla kapı açılmasına neden olabileceği öngörülmüş, yasanın Türkiye’de ifade özgürlüğüne getireceği müdahalenin ne ''demokratik bir toplumda gerekli'' ne de düzensizliğin önlenmesi ve ulusal güvenliğin, sağlığın ve başkalarının haklarının korunması meşru amaçlarıyla orantılı olmadığı, tespitinde bulunulmuştur.

Sonuç Olarak;

Her halde demokratik, hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayan bu yasa değişikliğinin başta Anayasanın 2. maddesi olmak üzere 26. ve 28. maddelerine açıkça aykırı olmasına rağmen Barolar, bu yasa maddelerinin Anayasaya aykırılığını dava etme hak ve yetkisine sahip değildir.

Oysa, 1136 sayılı Avukatlık Kanunun 76. ve 95. maddeleri ile Hukukun üstünlüğü, insan haklarını savunmak ve korumak görevi, Barolara verilmiştir. Açıkça Anayasa aykırı olan bu düzenlemeyi Anayasa Mahkemesine taşıma hak ve yetkisinin verilmemesinin, bir hukuk devletinde asla kabul edilemeyeceği açıktır.

Hukukun üstünlüğünü, insan haklarını savunma ve koruma görevi verilen barolara kanunların, anayasa aykırılığı iddiasıyla Anayasa Mahkemesi’ne başvurma hak ve yetkisinin verilmesi gerekliliğini ve Anayasaya aykırı olduğu çok açık olan bu yasal düzenlemeden bir an önce geri dönülmesi zorunluluğunu kamuoyuna saygıyla duyuruyoruz.